11 Ekim 2009 Pazar

Ömrümün son günü

Bir insanın ölümüne değil, doğumuna ağlanmalıdır.

Montesquieu.

Yaşlı bir kadınım artık. Yaşlı, güçsüz ve yalnız. Bir huzurevine yerleşecek kadar param olduğu için şanslıyım. Gençliğimde bunu asla gerçekleştiremeyeceğimi ve sokaklarda öleceğimi düşünür, ne yalan söyleyeyim gizli gizli korkardım bu gelecekten. Dile getirilmeyen ve dile gelmedikçe içimde büyüyen bir sürü dehşetli korkumdan biriydi bu da. O zamanlar yaşlılığı hayal etmek bile ölüm isteği uyandırırdı tüm hücrelerimde. İnsan yaşlanmadan ölmeli diye geçirirdim sık sık içimden. Bazılarının kolaylıkla kabullendiği o yolculuk fikri bende sadece titremeye neden oluyordu.

En iyi ölüm bir kaza kurşununa denk gelmekti, şansım yaver gitmedi ve işte şimdi bu pencerenin önünde oturmuş hiçbir anlamı olmayan bir hayatın son gününü bekliyorum. Ölmek için, delirmek için, yitip gitmek için her şeyi yapmıştım ve gücünü bu pervasızlıktan alan vahşi bir yaşama dürtüsüyle de çok şey denemiştim. Huzur, düzen, ahenk olmadı hiçbir zaman aradığım. Bunlara çok ihtiyaç duyduğum zamanlarda, tek erişebildiğim can sıkıntısıydı ve bir süre sonra bu kelimeleri zihnimden silmiştim.
Kaçmak bir alışkanlık haline gelmişti. Hiçbir kaçışıma 'gitmek' adını verecek kadar ikiyüzlü olmadım. Düzene tahammülsüzdüm ve hiçbir kurgunun uzun süre parçası olamıyordum. Birbirinden hiçbir farkı olmayan, adeta anlamını birbirini taklit etmekte bulan, neredeyse sonsuza kadar sürecek şekilde planlanmış bütün o günler, ölüm korkumu tetikliyordu. Durmak ölmek demekti. Kaçmanın vakti geldiğinde kimseye hoşça kal demeden tüyerdim, ardımda tek bir iz bırakmadan.

Zor bir yaşamdı benimki. Bir sürü yeni insan, bir sürü yeni mekan, bir sürü yeni alışkanlık, yeni korkular, yeni acılar ve taze sevinçler ile yürüdüm yolumu. Gücü de güçsüzlüğü de tattım. Güç karşısında başdönmeleri yaşadım, gücümü kötüye de kullandım ama güçsüz kaldığımda onların beni yere sermesine içerledim yine de, itilip kakıldığımda ağladım çoğu kere.
İnsan kendini evrenin merkezi sanıyordu ve işin kötüsü bunun aksini ispat edecek hiçbir sağlam fikir oluşturulamamıştı.

Bir kız çocuğu doğurmayı düşündüm ve bunun ardında ilerleme fikrini görüp vazgeçtim. Modern insan doğası gereği üremiyordu, kendi yarım kalmışlığını tamamlaması için klonluyordu kendini sadece. Bense biliyordum insanın yarım bir varlık olduğunu, bunun insanın kaderi olduğunu. Kızıma ne sorabilirdim ki hayatla ilgili, o bana bunun yanıtını verebilsin. Bir başka insanın acısının sebebi olmaktan başka ne işe yarardı ona can vermek. Tanrıcılık oynamaktı bu ve sadece aptallar buna kalkışırdı.
Kendimle ilgili barışık olduğum tek şey yalnızlığımdır herhalde. Şu pencerenin önünde oturup rüzgarın salladığı ağaçları izlerken, karşımda benim kadar yorgun, benim gibi acıyla ölümü bekleyen, benim gibi çaresiz bir adam oturmadığı için, dışarıda hayatın ezici ağırlığı altında debelenen bir kadın bırakmadığım için mutluyum. Pişman olduğum tek şeyse yaşamanın hakkını verememiş olmamdır. Denedim, denedim, denedim ama başaramadım. Tıpkı hiçbirinizin başaramadığı ve başaramayacağı gibi. Daha anlamlı ya da anlamsız olamaz ki, bir eskiz bu sadece.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder