11 Ekim 2009 Pazar

Yalnızın ölüm provaları

Boğuluyorum sanırım. Dört duvar mezar benzetmesini yapabilirim kendimi tutmasam. Gidip holün ışığını yakıyorum. Arşivimdeki en kasvetli şarkıyı açıyorum. Korkmuyorum, acıyorum.

Yalnız değilsin diyorum sonra kendime, en azından yalnızlıkta. Şu binlerce ışıktan hangisi, bir başka yalnızın karanlığını görünür kılmakta? İki yalnızlıktan ne zaman bir aşk doğmakta? Bir aşk ne zaman iki ayrı yalnızlığa kırılmakta?
Çok zaman geçmedi o günlerin üzerinden, hatırlamak henüz zor deği. Ayrı ayrı koltuklarda, televizyonun karşısında hiçbir şey izlemeden sessizliği bölüştüğümüz anları. Sonra yetmez olmuştu, kimseyle paylaşmak zorunda olmadığımız sessizliklerimiz olsun istemiştik. Böylesi daha katlanılır olacaktı. Oldu da. Birbirimizin acısını seyretmek zorunda değiliz artık.
Ağır ama işte zaman hala. Eriyip yayılıyor sanki odanın her yerine. An, bir oda kılığına bürünüp boğazımı sıkmakta. İnsan öldüğü zaman ne olur hakikaten, ne olur?

1 yorum:

  1. duvardaki çatlaktan sızan ölü ışıkla bütünleşen ellerinin kirine bakmadan sarılmak istedi yalnızlığına. oysa kadınsılaştırdığı ve yücelttiği yalnızlığı acının renginde doluyordu yatağına. ölüm anıydı bu. bir cevabı yoktu sorularının, yankısı yoktu haykırışlarının. ölüm 'an'ıydı bu. (boğulmak böyle olsa gerek. ölüm anında gerek yok ölünce ne olur diye sormaya. ölüyorsun, ölüyoruz... gitmelerin olmadığı bir yolculuk sadece...)

    YanıtlaSil