19 Mayıs 2010 Çarşamba

Etna'yı taşımak

Bilgiyle kirlenmiş bir zihin kendine acımanın yollarını kapattıkça insanın gerçek trajedisi başlıyor. Zaman duruyor, hayat derin bir sessizliğe gömülüyor. Ne acı ne de huzur var kollarında teselli bulabileceğiniz. Öteki'nin bu kimsesizlik hissine çare olamayacağını, diğeriyle girişilen her temasın bu hissi daha da artıracağını biliyorsunuz. İnsan yalnızlıkla savaşmayı bıraktığında hem ölüdür artık hem de gerçek anlamda yaşamaya başlamıştır. Soğuk, ağır, sessiz, kıpırtısızdır günler. Kendi ölümlülüğü ile yüzleşme zamanı gelmiştir, özgürlüğüne ancak böyle kavuşacağını bilir. Hayatımın tam ortasındayken şimdi içimdeki ölüyle göz göze geliyorum sık sık, bir yandan ona alıştığımı hissediyorum, ama çokça zaman panikleyip gençliğime kaçıyorum; eski zaferlerimden, geçmiş mağlubiyetlerimden elimde kalan kartları oyuna sokmaya çalışıyorum son bir gayretle, tam bir çaresizlikle. Kendi kendimin şakacı hayaleti gibiyim.
Perde açılmadı henüz. Bugüne kadar yaptıklarımı, yapmaya çalıştıklarımı, bunca yıldır neyi aradığımı bilmiyorum hala. Aslı Erdoğan'ın dediği gibi, cangıla kendimizi aramak için girersek onu buluyoruz. Ama çıkabilmek için, bulduğumuz kendimizi geride bırakmamız gerekiyor. Kaç tane ben bıraktım geride, önümde kaç ben daha var bulup yitireceğim? Kendimi kaç kez öldürmem ve yeniden diriltmem gerekecek? Yorgun hissediyorum. Hayatımın en önemli kavşağında, olgunluğa açılan kapının karşısında tedirginlikle bekliyorum. Bir daha gelmeyecek ilkbaharın yasını tutarken yazı kaçırmanın telaşıdır şimdi bu dizleri titreten.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder