19 Mayıs 2010 Çarşamba

Yurtsuzluk imkan dahilinde, zamansızlık asıl mesele

Hiçbir yerde olmadan yaşayabilir insan, yapamayacağı zamandan yakasını kurtarmaktır. Münzevi için de geçerli bu dediğim, seyyah için de. Ben ile ilişkimi düzenlemek ötekilerle olduğundan zordur çünkü. "Ülfet belalı şey fakat uzlet sıkıntılı/ Bilmem nasıl geçirmeliyim son beş on yılı" derken şair, kastettiği tam da böyle bir şeymiş gibi geliyor bana. Çileye çekilip cezbeye tutulan da, kimyasallarla kendini zehirleyen de, şiirle kanını ateşleyen de aynı şeyi arıyor esasında. Zamanın dışına çekilmek. İnsanlardan kaçmak mümkün, peki ya kendimle ne yapacağım?
Bizi asıl korkutan başka bir alemde günahlarımız için hesaba çekilmek değil; asıl korktuğumuz zamanın yargıçları tarafından yargılanmak günün birinde. Savcılar her gün yeni dosyalar hazırlıyor aleyhimizde: Sağlığına dikkat etmiyor yazıyorlar, çocuklarıyla yeterince ilgilenmiyor, hayallerinin peşinden koşmayı bıraktı, yine bir fırsatı korkuları yüzünden kaçırdı, hala öfkesine hakim olmayı öğrenemedi, gelişigüzel seks yapmaya devam ediyor, kocasını terk etmeyi bu sefer de beceremedi, sorumluluk almamak için yapayalnız yaşıyor; yazıyorlar da yazıyorlar. Her gün kulaklarımızda uğuldayan korkunç fısıltılar bunlar. Allah'a sığınarak, esrikliğe kaçarak, unutmaya çalışarak, gürültüyle uyuşarak, titreyen bacaklarımıza derman arıyoruz bazen devam etmek için; bazense soğutucuyu çalıştırıyoruz, erimesin buzlarımız, kaskatı kesilmiş bacaklarımız çözülüp gitmek zorunda kalmayalım diye.
Zamanın acımasız sınavında geçiyor ömrümüz. Türümüz zamanı yarattığından beri durum böyle. İz takip ederek daha çok avlandık ve medeniyeti kurabildik, fakat bir daha asla özgür olamadık. Şimdi ne kadar hızlı kaçarsan o seni o kadar hızlı yakalayacak. Çilede 1001 gece sona erer, aşkın ateşi söner. Bilenin acısı hafiflemez, bilakis artar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder